Hoşgörü ve Farkındalık


Zeki Buzgan
 
 


Hoşgörü ve Farkındalık

Hazreti Muhammed bir sözlerinde “Sıddıkların mertebelerine geçmek istersen sana gelmeyene sen git, senden esirgeyene sen esirgeme, sen ver, sana zulüm edeni sen affet.” diyerek hoşgörü, af ve diyalog kapısını kendisine inananlara açık tutmuş ve daima iyilikle mukabeleyi tavsiye etmiştir. Yine bir sözlerinde “Zan’dan sakının, çünkü zan sözün en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız. Düşmanlık etmeyiniz, kardeş gibi olunuz.” demiştir. Bu sözüyle de bizleri kötü düşünce ve davranışlardan uzaklaştırmayı amaçlamıştır. Yolda gördüğü bir hayvan ölüsüne, çevresindekiler vücut diliyle olumsuz tepkiler sergiledikleri esnada hayvanın dişlerindeki intizamlı dizilişi yani İlahi Sanat’ı görmüş ve takdirlerini ifade etmişlerdir. Buradaki örnekte de iyi tarafından bakmanın fayda ve faziletini görüyoruz.
Bir Kızılderili atasözü: “Bir başkasının hakkında konuşmadan önce daima kendi makoseninin içine bak.” diyor. Bir Türk atasözü ise şöyledir “Acı söz insanı dininden, tatlı söz ise yılanı deliğinden çıkarır.”
Mütefekkir bir zat bir eserinde ilginç bir örnek vermişti. “Bir gemide doksan dokuz tane iyi, bir de zalim yolcu olduğunu öğrendiğinizde bu gemiyi batırmak ister misiniz? Hayır, batırmazsınız. Çünkü gemide iyi insanlar var. Peki, gemide doksan dokuz kötü, zalim ama sadece bir iyi insan olduğunu öğrenseniz kararınız ne olurdu? Tabi ki o iyi insanın yüzü suyu hürmetine o gemiyi batırmazdınız.” Bu örnekten de aldığımız ders: İnsanlardaki özellikleri 100 üzerinden ele alırsak doksan dokuz tane kötü huyu olan bir bireyin bir tane bile dikkate değer iyi huyu (anneye, babaya saygı, hayvan sevgisi, yardımseverlik, yalan söylememe, dedi kodu yapmama ve çalışkanlık gibi ) varsa onu dışlayamayız. Bütün insanlar doğuştan masum ve iyidirler. Kötü huy ve alışkanlıklara sonradan sahip olurlar. İyi hasletlerine yönelik iletişim denendiğinde his, akıl ve vicdana yani özüne yöneldiğimizde, doğuştan var olan insani duygular yeniden alevlenmektedir.
Kendimizi genellikle başkasının yerine koymuyoruz. Karşımızdakini dinlerken anlamaya değil, vereceğimiz cevabı hazırlama çabasına esas olarak dinliyoruz. Çünkü karşımızdakinin anlattıklarını öğrenmek, onu anlamaya çalışmak değil, onu bize inanmaya, bizim gibi düşünmeye teşvik ve ikna etmeye çalışıyoruz. Bir konuya muhatabımızın gözüyle ve kendimizi onun yerine koyarak bakmaya başladığımızda aslında birçok konuda önyargılardan uzaklaşıyoruz. Bir insanı empati yoluyla tanımaya çalışmamız için mutlaka o kişiye sempati duymamız gerekmez. O kişinin her düşündüğünü onaylamak da gerekmez. Anlaşmazlığın çözümünde esas olan zıtlaşmaya yaratıcı bir biçimde bakabilmek, zor durumlarda çözümler üretebilmek, iletiyi verebilmek için eylem yerine sözcük kullanmak, muhatabın bakış açısını temel alarak doğru ve yerinde sözcükler kullanmaktır. Belirsizlik, karmaşa, kızgınlık ve önyargıyı kırarak işbirliğini sağlayabilmektir.
Dünyamızda insanlar birbirleriyle diyaloğu kurma ve geliştirmede çaba sarf etmeli, diğer canlıların da yaşam hakkı olduğunu kabul etmelidirler. Bize emanet edilen doğayı bozmadan, doğal dengeye dokunmadan uzlaşarak korudukları ve geliştirdikleri takdirde yaşanılan olumsuzluklar, şiddet, kavga ve savaşlar azalacak, belki de sevgiyle yaşanılan, huzurla uyuduğumuz bir hayata kavuşacağız. 
Henüz kutladığımız 1 Mayıs Enternasyonal İşçi Bayramı’nın çalışanlar ve işverenler arasında yeni, ortak bir bakışa zemin hazırlaması, insanca yaşayacak kadar ücret ve sosyal haklara vesile olması iş kazaları sonucu ölümler ve kalıcı engelliliğe sebep olunmaması dileklerimle barış, huzur ve sevgi diliyorum.

 



Tarih: 12.05.2015 02:29